Yükleniyor, lütfen bekleyiniz.

AB–Orta Asya Zirvesi ve Kıbrıs Meselesi (Nisan 2025, Semerkand)

AB–Orta Asya Zirvesi ve Kıbrıs Meselesi (Nisan 2025, Semerkand)
Bölge uzmanı akademisyenler tarafından hazırlanmış değerlendirmeleri aşağıda bulabilirsiniz.

Prof. Dr. Nasuh Uslu 

Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi

Ülkelerin kendilerine göre siyasi, stratejik ve güvenlik çıkarları olabilir. Ama mademki Rum hükümetini tanımanın temelinde uluslararası normlara ve hukuk kurallarına uyma var, o zaman konuya bir de uluslararası hukuk penceresinden bakmak gerekir. II. Dünya Savaşı sonrasında büyük devletler, sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde Kıbrıs’ın self-determinasyon ilkesi temelinde bağımsız devlet olmasını tercih edebilirlerdi. O zaman Kıbrıslı Türkler bağımsız bir devlet içinde basit bir azınlık olurdu. Ama büyük güçler öyle bir tercihte bulunmadılar. En başta Yunanistan ve Rum kesimi bağımsızlık yerine adanın Yunanistan’a ilhakı için çaba gösterdiler ve bunun için terörizme başvurdular. İngiltere, kendi çıkarları çerçevesinde Türkiye’yi (ve Yunanistan’ı) sorunun tarafları haline getirdi. Sorun bir NATO meselesi haline dönüştürüldü. ABD’nin yönlendirmesiyle uluslararası anlaşmalarla bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Söz konusu anlaşmalar ve devletin anayasasında Türk tarafı Rumlarla eşit ortaklar haline getirildi. Yeni devlet BM’nin üyesi oldu, bütün devletler onu tanıdı. Ancak Rum tarafı 1963 sonu ve 1964 başında önceden hazırlanmış ayrıntılı bir planı (Akritas planı) uygulamaya koyarak şiddet yoluyla Türk tarafını devlet yönetiminden ve devletin bütün kurumlarından attı. Bu şekilde Kıbrıs’ta yönetimi ele geçiren ve tamamen Rumlardan oluşan hükümet, devleti kuran anlaşmalara ve devletin kendi anayasasına göre meşru olmayan bir hükümetti. Günümüzdeki Rum hükümeti de hala uluslararası hukuka göre meşru olmayan ve yok hükmünde olan bir yönetimdir. BM Güvenlik Konseyi, meşruiyetini yitirmiş olan bu yönetimi tanımaması gerekirken Mart 1964’te aldığı kararla herhangi bir hükümde bulunmadan onu resmi muhatap olarak almıştır. O zamandan beri de bütün devletler Rum yönetimini resmi muhatap almakta, onun ortaya çıkışındaki hukuk dışılığı sorgulamamaktadır. 1964’te hukuk dışılığı görmezden gelen BM Güvenlik Konseyi, 1983’te KKTC kurulduğunda onu illegal olarak ilan etmiş ve bütün devletlere onu tanımama çağrısında bulunmuştur. İsrail’i işgalci olarak görmeyen ve Rum hükümetinin hukuki meşruluğu sorununu göz ardı eden AB de Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak görmektedir. Türkiye’nin 1974’te adaya askeri müdahalesi, Yunan cuntasının askeri darbeyle Kıbrıs’ı kendisine ilhak etmeye kalkması karşısında verdiği uluslararası anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilen bir müdahaledir. O zamanda beri sorunun çözümü konusunda samimi çaba gösteren Türk tarafıdır. En son 2004’te BM Genel Sekreteri tarafından hazırlanan ve ABD ile AB tarafından desteklenen Annan planı, Rumlar tarafından büyük bir çoğunlukla reddedilirken Türkler tarafından büyük bir çoğunlukla kabul edilmiştir. BM’nin ve uluslararası toplumun Kıbrıs konusunda yaptığı bir hukuk katliamadır. Maalesef, gerçekçi olmak gerekirse Hıristiyanlık dayanışmasının bu konuda ciddi bir etkisi olmuştur. Bu yalın gerçeklikleri yakın ilişki içinde olduğumuz Türki devletler anlamazsa kim anlayacak? Değişik alanlardaki işbirlikleri ve bütünleşme çabaları, minimum düzeyde karşılıklı güven olması durumunda gerçekleştirilebilir. Son gelişmelerle bu minimum güven temeli ciddi şekilde sarsılmıştır. Türkiye’den bir tepki gelmiyorsa, muhalefet bunu dile getirmiyorsa, Türk medyası bunu bir mesele olarak ele almıyorsa bunun nedeni güven ortamının sarsılması karşısında duyulan ciddi hayal kırıklığıdır diye düşünüyorum. Kıbrıs meselesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve tüm Türk halkının kırmızı çizgisidir. Hep öyle olmaya devam edecektir. Bu, iktidarların değişmesiyle ortadan kalkabilecek bir çizgi değildir. Türki devletlerden birinin kırmızı çizgisinin ihlal edilmesi halinde nasıl bir tepki vereceğini düşünmek gerekir. Haklı olunan davalarda karşılıklı saygı olmazsa ortak gelecek sorunlu hale gelecektir. Tabi gelinen noktada Türk yetkililerin Türki devletlerle ilişkilerde takip edilen stratejileri ve yapılan şeyleri gözden geçirmeleri gerekir. Yapılan hatalar olabilir. Oluşturulan yapıların ve mekanizmaların etkin işletilmemesi durumu olabilir. Bu yapı, mekanizma ve ilişkilerin işleyişi yakından takip edilmiyor olabilir. Yani bir anlamda işler kendi haline bırakılmış olabilir. Ancak diğer taraftan Türki devletlerin de Türkiye’nin önceliklerine saygı gösterme ve varsa rahatsızlıkları bunları Türk tarafına iletme sorumlulukları bulunmaktadır.